23 Aralık 2013 Pazartesi

ÖZEL MÜLKİYET REJİMİNDE VE SOSYALİZMDE İNSANAL GEREKSİNMELERİN ANLAMI. SAVURGAN ZENGİNLİK İLE SINAİ ZENGİNLİK ARASINDAKİ AYRIM. BURJUVA TOPLUMDA İŞBÖLÜMÜ

[XIV] 7° Sosyalizmde insanal gereksinmelerin zenginliğinin ne anlam kazandığını ve, bunun sonucu, yeni bir üretim biçimi ile yeni bir üretim nesnesinin ne anlam kazandıklarını görmüş bulunuyoruz: insanın özsel gücünün yeni bir belirtisi ve insanal özün yeni bir zenginleşmesi. Özel mülkiyet çerçevesinde, şeyler ters bir anlam kazanırlar. Her insan, öteki için, onu yeni bir özveriye zorlamak, yeni bir bağımlılık içine sokmak ve yeni bir yararlanma, ve bunun sonucu iktisadi yıkım biçimine götürmek üzere, yeni bir gereksinme yaratmaya çalışır. Herkes, onda kendi bencil gereksinmesinin doyumunu bulmak için, öteki insanları egemenlik altına alan yabancı bir özsel güç yaratma ardında koşar. Nesneler (sayfa 206) yığını ile birlikte, demek ki, yabancı varlıkların insanın uyruğu bulunduğu egemenliği de büyür ve her yeni ürün, bu karşılıklı aldatma ve karşılıklı soygunu daha da pekiştirir. İnsan insan olarak bir o kadar yoksullaşır, düşman varlığa egemen olmak için bir o kadar paraya gereksinme duyar, ve parasının erkliği de üretim hacmi ile tastamam ters orantılı olarak düşer, yani paranın erkliği arttığı ölçüde, onun yoksulluğu da artar. — Demek ki, para gereksinmesi, ekonomi politik tarafından üretilen gerçek gereksinme ve onun ürettiği tek gereksinmedir. Paranın niceliği gitgide onun tek ve erkli özgülüğü durumuna gelir; her şeyi kendi soyutlamasına indirgediği gibi, kendi öz hareketi içinde kendini de nicel bir varlığa indirger. Ölçü yokluğu ve ölçüsüzlük onun gerçek ölçüsü durumuna gelirler. 

— Öznel düzeyde de bu kendini, bir yandan ürünlerin ve gereksinmelerin genişlemesinin, türetici ve durmadan insanlık-dışı, incelmiş, doğaya karşı ve düşsel istekleri hesaplamakta olan köle durumuna gelmesinde gösterir — özel mülkiyet kaba gereksinmeyi insanal gereksinme durumuna dönüştürmeyi bilmez; imgelem, keyfe bağlılık, yelteklik (caprice) onun idealizmidir, ve [hiç -ç.] bir harem ağası, efendisini, sınai harem ağasından, [yani -ç.] üreticiden daha büyük bir bayağılıkla koltuklamaz ve ustalıkla göze girmek için, düzenbazlıkla para kazanmak ve çok hıristiyanca sevdiği komşusunun cebinden mangır çekmek için, ondan daha pis araçlarla efendisinin körelmiş yeteneklerini uyandırmaya çalışmaz. — (Her ürün, ötekinin varlığının parasının çekilmeye çalışıldığı bir yemdir; her gerçek ya da olanaklı gereksinme, sineği ökseye çekecek olan bir güçsüzlüktür: — insanın toplumsal özünün evrensel sömürüsü, tıpkı eksikliklerinden herbiri gibi, cennet ile bir bağ, insan yüreğinin rahibe açık olan bir köşesidir; her gereksinme, komşuya en sevimli bir biçimde yaklaşmak, ve ona şöyle demek için bir fırsattır: Sevgili dostum, senin için zorunlu olan şeyleri sana vereceğim; ama sen sine qua non[20] koşulunu biliyorsun; seni bana bağlayan antlaşmayı hangi mürekkeple imzalayacağını biliyorsun; ben sana bir zevk sağlarken seni kazıklayacağım). Sınai harem ağası insanın en pis heveslerine katlanır, onun gereksinmesi ile onun arasında aracılık yapar, ondaki hasta istekleri uyandırır, daha sonra bu aracılıkların ücretini istemek üzere, onun kusurlarını gözetir. 

— Bu yabancılaşma öte yandan, bir yanda gereksinmelerin ve onları karşılama araçlarının aşırı inceliğini, öte yanda gereksinmenin tam, kaba ve soyut yalınlığı olan hayvanca bir yabanıllığa dönüşü üreterek kendini gösterir; ya da daha doğrusu, o, karşıt anlamı ile birlikte kendi kendini yeniden doğurmaktan başka bir şey yapmaz. Temiz hava gereksinmesi bile işçi için bir gereksinme olmaktan çıkar; insan, inine döner, ama o şimdi uygarlığın bulaşıcı ve pis kokulu soluğu ile bozulmuştur ve artık orada, ancak, her gün ondan kaçabilecek, eğer parasını ödemezse her gün atılabileceği yabancı bir erklik olarak, [XV] güvenilmez bir biçimde yaşar. Onun, bu ölüm evini ödemesi gerekir. Ahileus'da Prometheus'un yabanılı insana dönüştürmesini sağlamış bulunan en büyük armağanlardan biri olarak gösterdigi ışık evi, işçi için öyle olmaktan çıkar. Işık, hava, vb., ya da en ilkel hayvanal temizlik, insan için bir gereksinme olmaktan çıkarlar. Pislik, bu durgunluk, insanın bu kokuşması, uygarlığın bu (sözcük anlamında) çirkef kuyusu, onun yaşam öğesi durumuna gelir. Eksiksiz ve doğaya karşı savsama, çürümüş doğa yaşamının öğesi durumuna gelir. Duyularımın hiç biri, sadece insanal yönü altında değil, ama insanlık-dışı, yani hayvanaldan da beter yönü altında bile, yoktur artık. İnsanal emeğin en kaba biçimlerinin (ve aletlerinin) geri geldikleri görülür: Romalı kölelerin değirmentaşı,[21] birçok (sayfa 208) İngiliz işçisi için üretim biçimi, varoluş biçimi durumuna gelmiştir. İnsanın insanal gereksinmeleri olmaması yetmez, hayvanal gereksinmeler de ortadan kalkarlar. İrlandalı artık yeme gereksinmesinden, ve üstelik patates yeme, ve hatta en kötüsünden, domuz patatesi yeme gereksinmesinden başka bir şey bilmez. Ama İngiltere ve Fransa'nın her sanayi kentinde daha şimdiden küçük bir İrlanda var. Yabanıl olsun, hayvan olsun, hiç değilse av, hareket, vb., topluluk gereksinmesi duyarlar. —Makinenin, çalışmanın yalınlaştırılması, henüz oluşma aşamasında bulunan insanı, henüz hiç gelişmemiş bulunan insanı —çocuk—, işçi durumuna dönüştürmek için kullanılmıştır, oysa işçi yüzüstü bırakılmış bir çocuk durumuna gelmiştir. Makine, güçsüz insanı makine durumuna dönüştürmek için, kendini insanın güçsüzlüğüne uyarlar (uydurur).— 

{Gereksinmelerdeki ve onları karşılama araçlarındaki artış, gereksinmeler ve araçlar yokluğunun doğmasına nasıl yolaçar? İktisatçı (ve kapitalist: genel olarak, deneysel işadamlarının kusurları ve bilimsel varoluşlarından başka bir şey olmayan iktisatçılara başvurduğumuz zaman, hep deneysel işadamlarının sözünü ediyoruz) bunu şöyle kanıtlar: l° o işçinin gereksinmesini fizik yaşamın en zorunlu ve en yoksul sürdürülmesine ve etkinliğini de en soyut mekanik harekete indirger, ve sonuç olarak şöyle der: insanın ne başka gereksinmesi, ne başka etkinliği, ne de başka zevki vardır; çünkü bu yaşamı bile, o insanal yaşam ve varlık diye gösterir; 2° o olabilecek en yoksul yaşamı (varoluşu) kural olarak ve üstelik evrensel kural olarak hesaplar: insanların büyük yığını bakımından geçerli olduğu için evrensel; işçinin etkinliğini tüm etkinliğin arı bir soyutlaması durumuna getirdiği gibi, işçiyi de duyu ve gereksinimden yoksun bir varlık durumuna getirir; bunun sonucu işçinin her lüksü ona kınanacak bir şey, ve en soyut gereksinmeyi aşan her şey de —edilgin zevk ve etkinlik belirtisi olarak da olsa— lüks olarak görünür. (sayfa 209) Ekonomi politik, bu zenginlik bilimi, öyleyse aynı zamanda vazgeçme, yoksunluklar, esirgeme bilimidir de, ve gerçekten temiz hava ya da fizik hareket gereksinmesini bile insandan esirgeyecek kadar ileri gider. Bu tansıklı sanayi bilimi çilecilik (ascétisme) bilimidir de, ve onun gerçek ülküsü, çileci, ama tefeci cimri ile, çileci, ama üretici köledir. Sağtörel ülküsü, ücretinin bir parçasını Biriktirme Sandığına götüren işçidir, ve bu kendi gözde delice hevesi (lubie favorite) için, hatta aşağılık bir sanat bile bulmuştur. Bu delice heves, büyük bir duygululuk ile birlikte, tiyatroya taşınmıştır. Öyleyse ekonomi politik —din dışı ve tat almaya dönük yönüne karşın— gerçek bir sağtörel bir bilim, bilimlerin en sağtörel olanıdır. Kendinden vazgeçme, yaşamdan ve tüm insanal gereksinmelerden vazgeçme, onun baş savıdır. Ne kadar az yer, ne kadar az içer, ne kadar az kitap satın alır, tiyatroya, baloya, meyhaneye ne kadar az gider, ne kadar az düşünür, sever, kuram kurar, ne kadar az şarkı söyler, konuşur, kılıç oynarsan, vb., o kadar çok biriktirir, ne güvelerin ne de tozun yiyebilecekleri hazineni, sermayeni, o kadar çok artırırsın. Sen ne kadar azsan, yaşamını ne kadar az belirtirsen, o kadar çoğa sahip olursun, yabancılaşmış yaşamın o kadar büyür, yabancılaşmış varlığından o kadar çok biriktirirsin. [XVI] İktisatçı senden yaşam ve insanlık olarak aldığı şeylerin yerine, para ve zenginliği koyar ve senin yapamadığın her şeyi, senin paran yapabilir: yiyebilir, içebilir, baloya, tiyatroya gidebilir; sanatı, derin bilgiyi, tarihsel ilginçlikleri, siyasal erkliği sınar; yolculuk edebilir; bütün bunları sana verebilir; bütün bunları satın alabilir; gerçek yetenektir o. Ama bütün bunlar olan onun [paranın -ç.], kendi kendini yaratmaktan, kendi kendini satın almaktan başka bir olanağı yoktur; çünkü geri kalan her şey onun uşağıdır ve eğer ben efendiye sahipsem onun uşağına da sahibim demektir, ve uşağına gereksinmem yoktur. Demek ki, bütün tutkular ve tüm etkinlik, zenginlik susuzluğu içinde yokomalıdırlar. Demek ki, işçi, tam yaşamak isteyecek kadarına sahip olmalı, ve sadece sahip olmak için yaşamayı istemelidir.} 

Gerçi şimdi iktisadi alanda bir tartışma başgösterir. Birileri (Lauderdale, Malthus, vb.) lüksü salık verir ve tutumu kargışlar, öbürleri ise (Say, Ricardo, vb.) tutumu salık verir ve lüksü kargışlar. Ama birinciler lüksü emek (yani mutlak tutum) üretmek için istediklerini, öbürleri de tutumu zenginlik, yani lüks üretmek için istediklerini gizlemezler. Birinciler, zenginlerin tüketimini belirlemesi gereken şeyin sadece kazanç susuzluğu olmadığı romantik yanılsaması içindedirler ve zenginleşme aracı olarak doğrudan doğruya savurganlığı göstererek kendi öz yasalarının tersini söylerler; ve öbürleri de sonuç olarak onlara, abartmalı bir ağırbaşlılık ve büyük bir ayrıntı lüksü ile, savurganlık aracıyla, benim varlığımı artırmayıp azalttığımı tanıtlarlar; ikinciler üretimin düpedüz geçici heves ve öykünme tarafından belirlenmiş bulunduğunu gizleme ikiyüzlülüğüne düşerler; "aşırı derecede incelmiş gereksinmeler"i unuturlar; tüketim olmaksızın üretilemeyeceğini unuturlar; üretimin rekabet aracıyla daha evrensel ve daha şatafatlı olacağını unuturlar; kendileri için nesnenin değerini kullanımın ve kullanımı da modanın belirlediğini unuturlar. Sadece "yararlı"nın üretildiğini görmek isterler, ama yararlı ürete ürete, üretimin yararsız bir nüfus aşırılığı ürettiğini unuturlar. Savurganlık ile tutumun, lüks ile yoksunluğun, zenginlik ile yoksulluğun, birbirleri ile eşdeğerde olduklarını birileri de, öbürleri de unuturlar. 

{Ve sen, eğer kendini iktisadın öğrettiklerine uydurmak istiyor, yanılsama içine düşmek istemiyorsan, sadece yemek vb. gibi dolayımsız duyularında tutumlu olmakla kalmamalı, kendini genel çıkarlara katılmak, acımak, güvenmek vb. gibi şeylerden de esirgemelisin.} 

Senin olan her şeyi, satılır, yani yararlı kılmalısın. Eğer ben iktisatçıya: Bedenimi bir başkasının isteğine bırakma, satma yoluyla para kazanırsam, iktisadi yasalara uymuş (Fransa'da fabrika işçileri, karılarının ve kızlarının fuhşunu ek çalışma saati olarak adlandırırlar, ki bu tamamıyla doğrudur), ya da dostumu Faslılara sattığım zaman iktisada uygun davranmamış mı olurum (ve asker vb. tecimi biçimi altında dolaysız insan satışı tüm uygar ülkelerde görülür) diye sorarsam, o bana şu yanıtı verir: Benim yasalarıma aykırı davranmış olmazsın, ama yeğenlerim olan sağtöre ve dinin söylediklerine dikkat et; benim iktisadi sağtörem ile iktisadi dinimin sana karşı söyleyecek hiç bir şeyleri yok, ama... Ama ben, o zaman daha çok ekonomi politiğe mi inanmalıyım, yoksa sağtöreye mi? Ekonomi politiğin sağtöresi, kazanç, emek ve tutumdur, azla yetinirliktir... ama ekonomi politik bana gereksinmelerimi karşılamayı söz verir. Sağtörenin ekonomi politiği bulunçta, erdemde, vb. zenginliktir, ama eğer yaşamıyorsam nasıl erdemli olabilir, eğer hiç bir şey bilmiyorsam nasıl iyi bir bulunç taşıyabilirim? Tüm bu durum, yabancılaşmanın özünde temellendirilmiştir: her küre (sphère, düzey, alan) bana ayrı ve karşıt bir kural uygular: sağtöre bana bir, ve iktisat bir başka kural uygular; çünkü herbiri insanın belirli bir yabancılaşmasıdır ve herbiri [XVII] yabancılaşmış özsel etkinliğin tikel bir küresini tutar, herberi öbür yabancılaşma ile bir yabancılaşma ilişkisi içindedir. Böylece M. Michel Chevalier, Ricardo'yu sağtöreyi bir yana bırakmakla kınar. Ama Ricardo, iktisadı kendi öz dili ile konuşturur. Eğer iktisat sağtörel değilse, Ricardo bu konuda bir şey yapamaz. M. Chevalier sağtöre yaptığı ölçüde iktisadı bir yana bırakır, ama ekonomi politik yaptığı ölçüde de, sağtöreyi zorunlu olarak ve gerçekten bir yana bırakır. İktisadın sağtöre ile bağlantısı, eğer ayrıca keyfe bağlı, olumsal, ve bunun sonucu temelsiz ve bilimsel özlükten yoksun değilse, eğer yapmacık olarak önem verilmiyor, ama özsel olarak gözönünde tutuluyorsa, iktisadi yasaların sağtöre ile bağlantısından başka bir şey olamaz: eğer bu görünmüyor, ya da daha doğrusu tersi oluyorsa, Ricardo'nun bunda suçu ne? Ayrıca iktisat ile sağtöre arasındaki karşıtlık bir görünüşten başka bir şey değildir ve eğer bir karşıtlık varsa, bu o karşıtlık değildir. Ekonomi politik, sağtörel yasaları kendi biçiminde dile getirmekten başka bir şey yapmaz. 

{İktisat ilkesi olarak gereksinme yokluğu, kendini en parlak biçimde iktisadın nüfus kuramında gösterir. Aşırı insan vardır. Hatta insanların varoluşu bile arı bir lükstür ve eğer işçi "sağtörel" ise (Mill cinsel bakımdan perhizli davranan kimseler için kamusal kutlamalar, ve evliliğin bu [ülküsel] kısırlığına karşı yanlışlık yapan kimseler için de kamusal bir kınama önerir[22] ... Sağtöre değil mi, çilecilik öğretisi değil mi bu?) üreme planında tutumlu olacaktır. İnsan kamusal bir yıkım olarak görünür.) 

Üretimin zenginler için taşıdığı anlam, açıkça yoksullar için taşıdığı anlamda belirir; yukarda bulunan kimselere göre, bu anlam kendini hep ince, eğreti kılıklı, belirsiz bir biçimde dışavurur, görünüştür; aşağıda bulunan kimselere göre [ise -ç] kendini kaba, dolaysız, içten bir biçimde dışavurur, özdür. İşçinin kaba gereksinmesi, zenginin incelmiş gereksinmesinden çok daha büyük bir kâr kaynağıdır. Londra'nın bodrum katları, kiraya verenlerine saraylardan daha çok gelir getirirler, yani mülk sahibine göre, onlar daha büyük bir zenginlik, demek ki iktisatçı gibi konuşmak gerekirse, daha büyük bir toplumsal zenginliktirler. 

Ve sanayi, gereksinmelerin inceliği üzerine hava oyunu (speculation) oynadığı gibi, kabalıkları, ama yapay olarak yolaçılmış kabalıkları üzerine de hava oyunu oynar. Bu kaba gereksinmelerin sağladıkları gerçek sevinç, demek ki kendi kendini avutmaya dayanır, demek ki bu sevinç, gereksinmenin o görünürdeki karşılanması, o kaba gereksinme barbarlığı içindeki uygarlıktır. Bunun sonucu İngiliz küçük kahveleri özel mülkiyetin simgesel örnekleridirler. Bu kahvelerin lüksü sınai lüks ve sınai zenginliğin insan ile gerçek ilişkisini gösterir. Demek ki, bu küçük kahveler, halkın, İngiliz polisi tarafından hiç değilse tatlılıkla davranılan tek gerçek pazar eğlenceleridirler. 

İKTİSATÇININ emek ve sermaye birliğini çeşitli biçimde nasıl koyduğunu görmüş bulunuyoruz. 
1° Sermaye, birikmiş emektir;
2° İster sermayenin kâr ile birlikte yeniden-üretimi olsun, ister hammadde (emek gereci) olarak, isterse kendi başına çalışan alet olarak sermaye olsun (makine, araçsız emek ile özdeş olarak konmuş bulunan sermayedir), sermayenin üretim içindeki belirlenimi, üretken emektir; 
3° İşçi bir sermayedir; 
4° Ücret sermaye harcamaları içine girer; 
5° İşçiye ilişkin olarak, emek onun dirimsel sermayesinin yeniden üretimidir; 
6° Kapitaliste ilişkin olarak, emek onun sermayesinin bir etkinlik etkenidir; son olarak 
7° İktisatçı, emek ve sermayenin ilkel birliğini, kapitalist ve işçi birliği olarak varsayar; cennetsel ilkel durumdur bu. İki kişinin cisimleştirdiği bu iki yön [XIX] birbirinin gırtlağına sarıldığı sırada, bu durum iktisatçı için olumsal ve bunun sonucu ancak dıştan açıklanabilecek bir olaydır (bkz: Mill).[23] 

Henüz değerli madenlerin duyulur parlaklığı ile körleşmiş bulunan ve bunun sonucu henüz madensel para tapıncakçıları olan uluslar — henüz eksiksiz para ulusları değildirler. Fransa ile İngiltere arasındaki karşıtlık. —Kuramsal bilmecelerin çözümünün ne derecede bir praxis işi olduğu ve praxis aracıyla gerçekleştiği, doğru praxis'in ne derecede gerçek ve olumlu bir kuram koşulu olduğu, örneğin tapıncakçılık dolayısıyla görünür. Tapıncakçının duyulur bilinci, Yunanlının bilincinden ayrıdır, çünkü onun duyulur varoluşu da ayrıdır. İnsanın doğa duyusu, insanal doğa duyusu, öyleyse doğal insan duyusu da, henüz insana özgü emek tarafından üretilmediği sürece, duyarlılık ile tin arasındaki soyut düşmanlık zorunludur.— 

Eşitlik, Fransızcaya, yani siyasal dile çevrilmiş Almanca ben = ben'den başka bir şey değildir. Komünizmin nedeni olarak eşitlik, onun siyasal temelidir; ve Alman, komünizmin temelini, insanı evrensel kendinin bilinci olarak tasarlayarak kavradığı zaman da, aynı şey olur. Anlaşılması kolaydır ki, yabancılaşmanın kaldırılması, her zaman yabancılaşmanın egemen erklik olan biçiminden, Almanya'da kendinin bilincinden, Fransa'da siyaset nedeniyle eşitlikten, İngiltere'de [ise -ç.] sadece kendi kendisi ile ölçüşen pratik maddi gerçek gereksinmesinden yola çıkar. Proudhon'u eleştirmek ve değerlendirmek için yola, işte buradan çıkmak gerekir.[24] 

Eğer henüz komünizmin kendisini —yadsımanın yadsınması, kendi kendisi ile orta terim olarak özel mülkiyetin yadsınmasına sahip bulunan insanal özün temellükü olduğu için, bunun sonucu olumluyu henüz kendi kendinden değil, ama tersine özel mülkiyetten yola çıkarak doğru biçimde koymadığı için,[25] — 

... nın ... böylece eski Alman biçiminde — Hegel Görüngübilimi biçiminde ... nitelendiriyorsak ... 

... şimdi aşılmış bir hareket olarak ortadan kaldırılmış ve ... 

... ve dinginlik bulunabilsin çünkü bilincinde ... 

... sadece insanal özün böylece gerçek ... 

... düşüncesinin tıpkı önce de olduğu gibi kaldırılması ... 

demek ki insanal yasamın gerçek yabancılaşması ve yabancılaşma olarak ne kadar bilincine varılırsa o kadar büyük bir yabancılaşma onunla birlikte kaldıklarından — gerçekleştirilebilir, öyleyse o, kendini ancak komünizm aracıyla gerçekleştirebilir. 

Özel mülkiyet fikrini kaldırmak için, düşünülmüş komünizm iyice yeter. Gerçek özel mülkiyeti kaldırmak için, gerçek bir komünist eylem gerekir. Tarih bunu getirecek, ve düşüncede daha şimdiden onun kendi kendini kaldırdığını bildiğimiz bu hareket, çok sert ve çok yaygın bir süreç aracıyla gerçekliğe geçecektir. Daha ilk anda, tarihsel hareketin sınırının olduğu kadar ereğinin de bir bilincine, ve bu hareketi aşan bir bilincine ermiş bulunmamızı gerçek bir ilerleme saymalıyız.— 

Komünist işçiler biraraya geldikleri zaman, amaçları ilkin öğreti, propaganda vb. gibi şeylerdir. Ama aynı zaman da böylelikle yeni bir gereksinme, toplum (topluluk) gereksinmesini de edinirler, ve araç olduğu sanılan şey, amaç durumuna gelmiş bulunur. Sosyalist Fransız işçilerinin biraraya geldikleri görüldüğü zaman, bu pratiksel hareketin en parlak sonuçları gözlemlenebilir. Sigara, içki içme, yemek yeme vb., artık orada toplanma bahaneleri ya da birleşme araçları değildirler. Topluluğun amacı durumuna gelmiş bulunan toplantı, ortaklık, konuşma onlara yeter, insanal kardeşlik onlarda boş bir söz değil, ama bir, doğruluktur (vérité), ve insanlığın soyluluğu, çalışma ile sertleşmiş bu çehrelerde parlar.— 

[XX] {Ekonomi politik her ne kadar arz ile talebin her zaman birbirlerini dengelediklerini ileri sürerse de, kendi öz kesinlemelerine göre, insan arzının (nüfus kuramı) talebi her zaman geçtiğini, demek ki tüm üretimin özsel sonucunun —insanın varoluşu—, arz ile talep arasındaki oransızlığı en parlak biçimde gösterdiğini hemen unutur.—} 

{Başlangıçta araç olan paranın, ne derecede gerçek erklik ve tek erek olduğu, —genel olarak beni bir varlık durumuna getiren, yabancı nesnel varlığı benim varlığım yapan aracın, ne ölçüde kendi başına bir erek olduğu... toprağın yaşam kaynağı olduğu yerlerde toprak mülkiyetinin, gerçek geçim araçları oldukları yerlerde at ile kılıcın, yaşamın gerçek siyasal erklikleri olarak tanınmış bulunmaları biçiminde de görülebilir. Ortaçağda bir sınıf, kılıç taşıma hakkına sahip olur olmaz, kurtulmuş demektir. Göçebe halklarda, at, beni özgür bir insan, bir topluluk (ortaklık) üyesi durumuna getiren şeydir.—} 

Yukarda insanın inine vb. döndüğünü, ama onu bu kez yabancılaşmış ve düşman bir biçim altında bulduğunu söylemiştik. Mağarasındaki —yabanıla kendini yararlanması ve sığınması için kendiliğinden sunan bu doğa öğesindeki— yabanıl, kendini sudaki balıktan daha yabancı değil, daha doğrusu onun kadar kendi evinde duyar. Ama yoksulun oturduğu bodrum, düşman bir şeydir, onun kendini, —sonunda: burada kendi evimdeyim diyebileceği kendi öz evi saymadığı—, daha çok bir başkasının evinde, her gün yolunu bekleyen ve eğer kirayı ödemezse onu kapı dışarı eden bir yabancının evinde bulduğu, kendi öz evi sayamadığı, "kendinde düşman bir erklik içeren, kendini ona, onun terini kendisine verdiği ölçüde veren bir konut"tur. Aynı biçimde nitelik bakımından da, o, kendi konutunu öbür dünyada, zenginlik cennetinde bulunan insanal konutun karşıtı olarak görür. 

{Yabancılaşma, benim geçim araçlarımın bir başkasına ilişkin olmasında, benim isteğim olan şeyin bir başkasının erişilmez mülkiyetinde olmasında olduğu kadar, her şeyin kendi kendinden başka olmasında, etkinliğimin başka şey olmasında, son olarak —ve bu kapitalizm için de doğrudur— egemenlik sürenin eninde sonunda insanlık dışı erklik olmasında da görünür. 

Sadece zevke adanmış, etkin olmayan, savurgan zenginliğin tanımı: bir yandan, bu zenginlikten yararlanan kişi, gerçi, kararsız delice heveslerden vazgeçerek, sadece geçici bir birey gibi davranır, ve aynı zamanda başkasının köle emeğini, insanın kanlı terini de kendi isteğinin kurbanı olarak görür; bu nedenle insanın kendisini, öyleyse kendi kendisini de kurban edilmiş ve hiç olarak bilir (bununla birlikte onun insanları horgörmesi kibir olarak, yüzlerce insanal yaşamı uzatabilecek şeylerin saçılıp savrulması ya da dizginsiz savurganlığı ile coşkun ve üretken olmayan tüketiminin emeği ve bunun sonucu başkasının geçimini koşullandırdıkları iğrenç yanılsama olarak görünür); insanın özsel güçlerinin gerçeklesmesini, o sadece kendi canavarlığının, kendi yeltekliğinin ve kendi keyfi ve tuhaf delice heveslerinin gerçekleşmesi olarak tanır. Ama bu zenginlik, öte yandan, zenginliği yalın bir araç, ve yokedilmeye değer bir şey elarak tanır, demek ki bu zenginlik, aynı zamanda, onun hem kölesi, hem de efendisidir, aynı zamanda, hem yüce gönüllü hem de aşağılık, hem maymun iştahlı, kendini beğenmiş, kibirli, hem de incelmiş, gelişmiş, tinsel bir zenginliktir; o henüz zenginliği, onu egemenlik altına alan büsbütün yabancı bir erklik olarak denememiştir; onda daha çok kendi öz erkliğini görür ve [bu] zenginlik [değil], [onun için] ... son erek [olan][26] zevktir. Bu ... [XXI] ve zenginliğin özünün duyulur görünüşü ile körleşmiş, parlak yanılsama karşısına, emekçi, azla yetinir, iktisada göre düşünen, bayağı —zenginliğin özünün ta kendisi üzerine aydınlanmış bulunan— sanayici çıkar ve savurganın zevk susuzluğuna daha geniş bir alan sağlayarak, ona üretimleri ile güzel pohpohlardan başka bir şey söylemeyerek, —sanayicinin ürünleri savurganın isteklerine yönelik aşağılık okşantıların ta kendileridir—, ötekinin elinden kaçan erkliği tek yararlı biçimde kendisi için ele geçirmesini bilir. Demek ki sınai zenginlik ilkin her ne kadar savurgan, maymun iştahlı zenginliğin sonucu olarak görünürse de, — birincinin hareketi, kendine özgü bir hareket ile, bir o kadar etkin bir biçimde onun yerini alır. Faiz oranının düşmesi, gerçekte, sınai hareketin bir vargısı ve zorunlu bir sonucudur. Rantları (gelirleri) ile geçinen savurganın araçları, tastamam zevk araçlarının ve onların tuzaklarının artışı ile ters orantılı olarak, böylece her gün azalırlar. Demek ki, o, ya sermayesini yemeli, böylece yokolmalı, ya da sanayici kapitalist durumuna dönüşmelidir... Öte yandan, toprak rantı gerçi sınai hareketin gidişi sayesinde, sürekli bir biçimde doğrudan doğruya yükselir, ama —görmüş bulunuyoruz— toprak mülkiyetinin, tüm öbür mülkiyet gibi, kendini kâr ile birlikte yeniden üreten sermaye kategorisi içine gireceği bir an ister istemez gelir — ve, üstüne üstlük, bu da o aynı sınai hareketin sonucudur. Demek ki, savurgan toprak sahibi de, ya sermayesini yiyecek, böylece yokolacak ... ya da kendi öz toprağının çiftlik kiracısı —tarım yapan sanayici— durumuna gelecektir} 

{Demek ki —Proudhon'un sermayenin kalkışı ve sermayenin toplumsallaşma eğilimi olarak düşündüğü— para faizinin azalması, daha çok savurgan zenginliğe tebelleş olan sermayenin eksiksiz utkusunun dolaysız bir belirtisinden, yani tüm özel mülkiyetin sınai sermaye durumuna dönüşmesinden —özel mülkiyetin görünüşte hâlâ insanal tüm nitelikleri üzerindeki eksiksiz utkusu ve özel mülk sahibinin özel mülkiyetin özüne (emek) bütünsel uyrukluğu— başka bir şey değildir. Gerçi sanayici kapitalist de zevk alır. Gereksinmenin doğa dışı yalınlığına hiç bir zaman geri dönmez, ama onun zevki ikincil, dinlenme niteliğinde, üretime bağımlı bir zevkten başka bir şey değildir, ve böylece bu zevk hesaplı, öyleyse iktisada da uygun bir zevktir, çünkü sanayici kapitalist onu sermaye harcamalarına ekler ve bunun sonucu bu zevkin sanayici kapitaliste, onun için harcamış bulunduğu şeyin, sermayenin yeniden üretimi aracıyla kârla birlikte yerine konması için gerekenden daha çoğuna malolmaması gerekir. Demek ki zevk sermayeye, zevk alan birey de sermayeleştiren bireye bağımlıdır, oysa eskiden bunun tersi oluyordu. Faizin azalması, demek ki sermayenin tamamlanma yolundaki egemenliğinin, öyleyse tamamlanan ve kendi kalkışma doğru hızla giden yabancılaşmanın bir belirtisi olduğu ölçüdedir ki, sermayenin kalkışının bir belirtisi olabilir. Kısacası, varolan şeyin kendi karşıtını tek doğrulama biçimidir bu.} 

Bunun sonucu, iktisatçıların lüks ve tutum konusundaki tartışması, zenginliğin özünün açık bir kavramına erişmiş bulunan ekonomi politiğin, hâlâ romantik ve sanayi düşmanı anılarla lekelenmiş bulunan ekonomi politik ile tartışmasından başka bir şey değildir. Ama her iki yan da tartışmalarının konusunu onun yalın dışavurumuna indirgemesini bilmez ve bunun sonucu birbirlerinin üstesinden gelemezler. 

[XXXIV] Toprak rantı ayrıca toprak rantı olduğu için ortadan kalkmıştır — çünkü toprak sahibini tek gerçek üretici durumuna getiren fizyokratların kanıtına karşıt olarak, modern ekonomi politik, tersine, onun toprak sahibi olarak hiç üretken olmayan tek hazır yiyici (rentier) olduğunu tanıtlamıştır. Tarım, eğer alışılmış kârı bekleme durumundaysa, sermayesine bu kullanımı verecek olan kapitalistin işi olacaktır. Fizyokratlar tarafından konulan ilke —toprak mülkiyeti tek üretici mülkiyet olduğundan, devlet vergisini sadece onun ödemesi, öyleyse devlet yönetimine de sadece onun katılması gerektiği yolundaki ilke— demek ki ters tanımlama durumuna dönüşür: Toprak rantı üzerinden alınan vergi, üretken olmayan bir gelir üzerinden alınan ve bunun sonucu ulusal üretim için zararlı olmayan tek vergidir. Bu görüşe göre, toprak sahiplerinin siyasal ayrıcalığının artık verginin başlıca yükünü onların taşımasından çıkmadığı da açıktır.— 

Proudhon'un, emeğin sermayeye karşı hareketi olarak anladığı şeylerin tümü, emeğin, kendi sermaye, sınai sermaye belirlenimi içinde, sermaye olarak, yani sınai bir biçimde tüketilmeyen sermayeye karşı hareketinden başka bir şey değildir. Ve bu hareket kendi utkulu (muzaffer) yolunu, yani sınai sermayenin utku yolunu izler. Öyleyse görülüyor ki, iktisadın hareketi de, ancak emek bir kez özel mülkiyetin özü olarak kavrandıktan sonra, kendi gerçek belirlenimi içinde, iktisadın hareketi olarak ortaya konulabilir.— 

Toplum —iktisatta görüldüğü biçimiyle— içinde her bireyin bir gereksinmeler topluluğu olduğu ve birbirleri için bir araç durumuna geldikleri ölçüde, [XXXV] ötekinin orada ancak onun için bulunduğu gibi, onun da orada ancak öteki için bulunduğu burjuva toplumdur. İktisatçı —siyasetin kendi insan haklarında yaptığı gibi— her şeyi insana, yani onu kapitalist ya da işçi olarak alıkoymak üzere tüm belirlenimden soyduğu bireye indirger. 

İşbölümü, emeğin toplumsal özlüğünün, yabancılaşma çerçevesi içindeki iktisadi dışavurumudur. Ya da, emek, insan etkinliğinin yabancılaşma çerçevesi içindeki bir dışavurumundan, yaşam belirtisinin yaşamın yabancılaşması olarak dışavurumundan başka bir şey olmadığına göre, işbölümünün kendisi, insanal etkinliği, gerçek bir türsel etkinlik, ya da insanın türsel varlık biçimindeki etkinliği olarak, yabancı duruma gelmiş, yabancılaşmış bir biçimde koyma olgusundan başka bir şey değildir. 

İşbölümünün —emek özel mülkiyetin özü olarak tanınır tanınmaz, zenginlik üretiminin elbette özsel bir etkeni olarak tasarlanacak işbölümünün— özü üzerinde, yani türsel etkinlik olarak insanal etkinliğin yabancı durumuna gelmiş ve yabancılaşmış biçimi üzerinde, iktisatçılar çok belirsizdirler ve birbirleri ile çelişirler. 
Adam Smith:[27] 

"[Kendinden bu kadar yarar doğan] bu işbölümüne, başlangıcında, bir insanal bilgelik sonucu olarak bakmalıdır... işbölümü bir şeyi bir başka şeyle o alışveriş, değiştokuş, değişim eğiniminin... yavaş ve kerteli bir biçimde de olsa, zorunlu sonucudur. Bu eğinim(in) [insanal doğanın o ilk ilkelerinden biri mi... yoksa] daha olası göründüğü gibi, usavurma ve söz kullanımının zorunlu bir sonucu-[mu olduğu benim inceleme konum değildir]-dur. Bu eğinim tüm insanlara özgü bir şeydir ve başka hiç bir hayvanal türde görülmez ...[28] Hemen bütün öbür hayvan türlerinde, her birey, tam büyüme çağına eriştiği zaman, büsbütün bağımsızdır... [Ama] insan hemen hemen sürekli olarak benzerlerinin yardımına gereksinme duyar ve bunu sadece onların iyi dilekliliğinden beklemesi de boşunadır. Onların özel çıkarlarına yönelir, ve onları, kendilerinden istediği şeyi yapmakta kendi öz çıkarları bulunduğuna inandırırsa, durumu çok daha güvenli olacaktır... Biz onların insanlığına[29] değil, ama bencilliğine[29] yöneliyoruz; ve onlara sözünü ettiğimiz şey, hiç bir zaman kendi gereksinmelerimiz değil, ama hep onların çıkarıdır.[30] Başkalarından, birbirimize karşılıklı olarak zorunlu bulunan bu uzlaştırma araçlarının çoğunu işte böyle anlaşma, değiştokuş, satın alma aracıyla elde ettiğimize göre, başlangıçta işbölümüne[31] yolaçan şey, bu aynı alışveriş[31] eğilimidir. Örneğin, bir avcı ya da çoban aşiretinde, bir kişi ok ve yayı bir başkasından daha büyük bir çabukluk ve ustalıkla yapar. Çoğu kez bu türlü yapıtları arkadaşları ile sürü ya da av hayvanlarına karşı değiştokuş eder, ve çok geçmeden de, bu yoldan, kendi başına elde edebileceğinden daha çok sürü ve av hayvanı sağlayabileceğini görür. Demek ki, çıkar hesabı sonucu, ok ve yay yapmayı kendi baş uğraşı durumuna getirir... Gerçeklikte, bireyler arasındaki doğal[31] yetenek ayrılıkları[32] ... işbölümünün nedeninden[33] çok sonucudur[33] ... İnsanların alışveriş ve değişim eğilimi olmasaydı, herkes yaşamın tüm zorunluluk ve rahatlıklarını kendi başına sağlama zorunda kalırdı. Herkesin yerine getirilecek aynı görevi ve yapacak aynı işi olur, ve büyük bir yetenekler ayrılığını doğurabilecek tek şey olan o büyük uğraşlar ayrılığı[33] ortaya çıkmazdı. Çeşitli  meslekten insanlar arasındaki öylesine ilginç bu yetenekler ayrılığını bu değiştokuş eğinimi doğurduğuna göre, bu çeşitliliği yararlı kılan şey de bu aynı eğinimdir. Aynı türden oldukları kabul edilen birçok hayvan soyu, eğilimleri bakımından, doğadan, alışkanlıklar ve eğitimin etkisinden önce insanlar arasında gözlemlenebileceklerden çok daha ilginç ayırdedici belirtiler almışlardır. Doğal olarak, yetenek ve anlak (intelligence) bakımından, bir filozof bir hamaldan, bir bekçi köpeğinin bir tazıdan, bir tazının bir İspanyol köpeğinden, ve bir İspanyol köpeğinin de bir çoban köpeğinden olduğunun yarısı kadar bile farklı değildir. Bununla birlikte, bu çeşitli hayvan soylarının, aynı türden olmalarına karşın, birbirlerine hemen hiç bir yararı dokunmaz. Bekçi köpeği, tazının hafifliğinden yararlanarak, kendi gücüne [XXXVI] bir şeyler ekleyemez... Bu çeşitli yetenek ya da anlak derecelerinin sonuçları, bir alışveriş ya da değişim yetenek ya da eğiniminin yokluğu yüzünden, birleştirilemez ve türün yarar[34] ya da ortak rahatlığına[34] en küçük bir katkıda bulunamazlar. Her hayvan kendi başına ve öbürlerinden bağımsız olarak kendini yaşatmak ve savunmak zorundadır ve doğanın kendi benzerleri arasında dağıtmış bulunduğu o yetenekler çeşitliliğinden en küçük bir yarar sağlayamaz. İnsanlar arasındaysa, tersine, en uygunsuz yetenekler birbirleri için yararlıdırlar, çünkü herbirinin kendi değişken sanayilerinin çeşitli ürünleri,[34] o evrensel değiştokuş ve alışveriş eğinimi aracıyla, her insanın, kendi gereksinmesine göre, başkalarının sanayiinden herhangi bir ürün parçası satın alabileceği, deyim yerindeyse ortak bir yığın durumuna getirilmiş bulunurlar. İşbölümüne yolaçan şey değişim[34] yeteneği olduğuna göre, bunun sonucu bu [iş -ç.] bölümün[ün -ç.] artışının[34] her zaman değişim yeteneğinin genişliği, ya da bir başka deyişle, pazarın genişliği ile sınırlanmış bulunması gerekir. Eğer pazar çok küçükse, kendi emeğinin kendi öz tüketimini aşacak o tüm ürün artığını, başkasının elde etmek isteyeceği benzer bir emek ürünü artığı ile değiştirememesi sonucu, kimse kendini büsbütün tek bir uğraşa vermek için özendirilmiş olmayacaktır..."[35] İlerlemiş durumda: "Böylece her insan varlığını değişimler aracıyla sürdürür ya da bir tür tecimen durumuna gelir ve toplumun kendisi de tam anlamıyla tecimen bir toplumdur." (Bkz. Destut de Tracy: "Toplum sürekli bir değişimler dizisidir, ve tecim de tüm toplumdur."[36] ... Sermayelerin birikimi işbölümü ile, işbölümü de sermayelerin birikimi ile artar.[37] 

Adam Smith için bu kadar. 

"Eğer her aile kendi tüketim nesnelerinin topunu kendisi üretseydi, hiç bir değişim olmasa da, toplum böylece de yürüyebilirdi; değişimlerin, temel olmasalar da, toplumlarımızın ilerlemiş durumunda zorunlu olduklarını biliyorum.[38] Emeklerin (işlerin) ayrılmasının insan güçlerinin ustaca bir kullanımı olduğu, sonuç olarak toplumun ürünlerini, yani onun erklik ve zevklerini artırdığı, ama bireysel olarak alınan her insanın yeteneğinden bir şey aldığı söylenebilir. Değişim olmaksızın üretim olamaz."[39] 

J. B. Say böyle der. 

"İnsanın içinde bulunan güçler şunlardır: anlağı ve fiziksel çalışma anıklığı. Toplum durumundan türeyenler ise: çeşitli işleri insanlar arasında bölme ve dağıtma yeteneği ... ile, bu araçları oluşturan karşılıklı hizmet ve ürünleri değişim yeteneğine dayanırlar... İnsanı, kendi hizmetlerini başkasına adamaya razı eden güdüler ... bencilliktir, — insan ... başkasına yapılmış hizmetler için bir ödül ister.[40] ... Demek ki insanlar arasında değişimin kurulabilmesi için salt (exclusive) mülkiyet hakkının varlığı zorunludur.[41] ... Sanayi bölümünün değişim ve değişimin bu bölünüm üzerindeki karşılıklı etkisi.[42] 

Skarbek'in dediği de bu. 

Mill gelişmiş değişimi, [yani -ç.] tecimi, işbölümünün bir sonucu olarak tasarlar. 

İnsan eylemi çok yalın öğelere indirgenebilir. İnsan, gerçekte, hareket üretmekten başka bir şey yapamaz; şeyleri birbirlerine yaklaştırmak ya da uzaklaştırmak için, onların [XXXVII] yerini değiştirebilir; tüm geri kalanı da, maddenin özellikleri yerine getirirler...[43] Emeğin ve makinelerin kullanımında ... birbirini engelleme eğilimi gösteren bütün işlemleri ayırıp, ne biçimde olursa olsun, birbirini kolaylaştırabilen işlemleri birleştirerek, çoğu kez sonuçların artırılabildikleri olur, genel olarak insanlar birçok çeşitli işlemi, küçük bir sayıdaki işlemi alışkanlık sonucu yapabildikleri aynı hız ve aynı ustalıkla yapamadıklarından, her bireye verilen işlemlerin sayısını elden geldiğince sınırlandırmak her zaman yararlıdır. İşi bölmek ve insan ve makine güçlerini en elverişli biçimde dağıtmak için, birçok durumda, büyük bir ölçek üzerinde çalışmak, ya da başka bir deyişle, zenginlikleri büyük yığınlar biçiminde üretmek zorunludur. Büyük yapımevlerini doğuran da işte bu üstünlüktür. Bu yapımevlerinden en uygun konumlar içine konmuş birkaçı, bazan bir değil, ama birçok ülkeyi, ürettikleri nesnelerden istenilen nicelikte azıklandırırlar.[44] 

Mill'in dediği de işte bu. 

Ama tüm modern iktisat, işbölümü ile üretim zenginliğinin, işbölümü ile sermaye birikiminin birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırdıkları olgusu üzerinde uyuşur, tıpkı en yararlı ve en geniş işbölümünü, ancak kurtulmuş, kendi başına bırakılmış özel mülkiyetin üretebileceği olgusu üzerinde uyuştuğu gibi. 

Adam Smith'in açındırması şöyle özetlenebilir: İşbölümü emeğe sonsuz bir üretim yeteneği kazandırır. İşbölümü, herhalde raslansal olmayan, ama us ve dilin kullanılması aracıyla koşullandırılmış bulunan özgül olarak insanal bir eğilime, değişim ve alışveriş eğilimine dayanır. Değişimde bulunan kişinin devindirici gücü insanlık değil, ama bencilliktir. İnsanal yeteneklerin çeşitliliği, işbölümünün, yani değişimin nedeni olmaktan çok, sonucudur. Bu çeşitliliği yararlı kılan da, sadece değişimdir. Bir hayvanal türün çeşitli soylarının tikel nitelikleri, doğa tarafından, insanal yetenekler ve etkinlik çeşitliliğinden daha güçlü olarak belirtilmişlerdir. Ama hayvanlar değişim yapamadıklarından, aynı türden ama değişik soydan bir hayvanın değişik özgülüğü, hiç bir hayvan bireyine yaramaz. Hayvanlar kendi türlerinin değişik niteliklerini birbirlerine katamazlar; kendi türlerinin ortak yarar ya da rahatlığına hiç bir katkıda bulunamazlar. Çeşitli ürünlerini, herbirinin satın alabileceği ortak bir yığın biçiminde biraraya getirebildikleri için, en uyumsuz yetenek ve etkinlik biçimlerinin birbirlerine yararlı oldukları insan için durum böyle değildir. İşbölümü değişim eğiliminden doğduğu gibi, değişimin, pazarın genişliği ile büyür, aynı genişlik ile sınırlanır. İlerlemiş durumda, her insan tecimendir, toplum bir tecim toplumudur. Say, değişimi raslansal ve temel olmayan bir şey olarak görür. Toplum, varlığını onsuz da sürdürebilir. Değişim, toplumun ilerlemiş durumunda zorunlu duruma gelir. Gene de o olmadıkça üretim de olamaz. İşbölümü, toplumsal zenginlik bakımından kullanışlı ve yararlı bir araç, insanal güçlerin ustaca bir kullanılmasıdır, ama bireysel olarak alınmış her insanın yeteneğini azaltır. Bu son gözlem, Say'ın bir ilerlemesidir. 

Skarbek, insanın içinde bulunan bireysel güçleri, anlak ve fiziksel emek eğilimini, toplumdan türemiş güçlerden, birbirlerini karşılıklı olarak koşullandıran değişim ve işbölümünden ayırır. Ama değişimin zorunlu koşulu özel mülkiyettir. Skarbek, burada, bencilliği, özel çıkarı, değişimin temeli, ya da alışverişi, değişimin özsel ve upuygun biçimi durumuna getirdikleri zaman, Smith'in, Say'ın Ricardo'nun vb. dediklerini, nesnel bir biçim altında dile getirir. 

Mill, tecimi, işbölümünün sonucu olarak tasarlar. İnsanal etkinlik ona göre mekanik bir harekete indirgenir. İşbölümü ile makinelerin kullanılması, üretim zenginliğini artırır. Her insana elden geldiğince küçük bir işlem alanı verilmelidir. Kendi köşelerinden, işbölümü ile makinelerin kullanılması da yığınsal zenginliği, öyleyse üretimi koşullandırırlar. Büyük yapımevlerinin temelidir bu.— 

[XXXVIII] İşbölümü ile değişimin incelenmesi son derece yararlıdır, çünkü bunlar, türsel etkinlik ve özsel güç olarak insan etkinliği ve özsel gücünün gözle görülürcesine yabancılaşmış dışavurumudurlar. 

İşbölümü ile değişmin özel mülkiyete dayandıklarını söylemek, emeğin özel mülkiyetin özü olduğunu olurlamaktan başka bir şey değildir — iktisatçının tanıtlayamayacağı ve bizim onun hesabına tanıtlayacağımız olurlama. Bir yandan, insanal yaşamın gerçekleşmek için özel mülkiyete gereksinme duymuş bulunduğu, ve öte yandan da şimdi özel mülkiyetin kaldırılmasını gereksindiği ikili kanıtı, işbölümü ile değişimin özel mülkiyet biçimleri oldukları olgusunun ta kendisine dayanır. 

İşbölümü ve değişim, iktisatçının kendi biliminin toplumsal özlüğü ile kurum satması ve, bilinçsiz olarak, tek bir solukta biliminin çelişkisini, toplumun toplumsal olmayan özel çıkar tarafından kurulmasını dile getirmesi sorununu veren iki görüngüdür. 

İncelememiz gereken yönler şunlardır: bir yandan —güdüsü bencillikte bulunan— değişim eğilimi, işbölümünün nedeni ya da dönüşlü sonucu olarak görülmüştür. Say, toplumun özü bakımından, değişimin temel olmadığını düşünür. Zenginlik, üretim, işbölümü ve değişim ile açıklanmıştır. İşbölümünün, bireysel etkinliğin yoksullaşması ve alçalmasına yolaçtığı kabul edilir. Değişim ile işbölümü, insanal yeteneklerin, yararlılığını değişim sayesinde bulan büyük çeşitliliğinin üreticileri olarak tanınmışlardır. Skarbek, üretim biçimlerini ya da insanın özsel üretken güçlerini, l° onun içinde bulunan bireysel güçler, anlakı ile emek yetenek ya da özgül eğilimi; 2° toplumdan —gerçek bireyden değil— türemiş bulunan güçler, işbölümü ile değişim [olmak üzere -ç.] iki parçaya böler. Ayrıca, işbölümü pazar ile sınırlandırılmıştır. — İnsanal emek yalın bir mekanik harekettir; özsel olan, nesnelerin maddi özgülükleri tarafından yapılmıştır. Bir bireye elden geldiğince az işlem vermek gerekir. Emeğin ayrılması ve sermayenin toplanması, bireysel üretimin önemsizliği ve yığınsal zenginlik üretimi. — Özgür özel mülkiyetin işbölümünde kavranması.[45] 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.