"Sermayelerin, ücretleri yükselten birikimi, aralarındaki rekabet aracıyla kapitalistlerin kârını düşürmeye yönelir." (Smith, c. I, s. 179.)
"Örneğin, bir kentin bakkallık tecimi için gerekli sermaye iki ayrı bakkal arasında bölünmüş bulunduğu zaman, rekabet sonucu, bunlardan herbiri, sermayenin sadece birinin elinde bulunacağı duruma göre daha ucuza satacaktır; ve eğer bu sermaye yirmi kişi arasında bölünmüşse, [VI] bunun sonucu rekabet o kadar daha etkin, ve metalarının fiyatını yükseltmek için aralannda anlaşabilme olanakları o kadar daha az olacaktır." (Smith, c. II, s. 372-373.)
Tekel fiyatlarının olabildiklerince yüksek olduklarını, kapitalistlerin çıkarının hatta bayağı ekonomi politiğin gözünde bile topluma karşıt olduğunu, sermaye kârındaki artışın meta fiyatı üzerinde bileşik faiz gibi etkili olduğunu daha önceden bildiğimize göre (Smith, c. I, s. 199-201),[56] kapitalistlere karşı tek çıkar yol, ekonomi politiğin verilerine göre, ücretlerin yükselmesi üzerinde olduğu kadar, tüketici halk yararına metaların ucuzluğu üzerinde de iyilikçi bir biçimde etkin olan rekabettir.
Ama rekabet ancak, eğer sermayeler çoğalırlar, ve üstelik çok sayıda ellerde çoğalırlarsa olanaklıdır. Genel olarak sermaye ancak birikim aracıyla doğduğu, ve çok yanlı birikim zorunlu olarak tek yanlı birikime dönüştüğü için, çok sayıda sermayelerin doğuşu, ancak çok yanlı birikim aracıyla olanaklıdır. Sermayeler arasındaki rekabet, sermayelerin birikimini artırır. Özel mülkiyet rejimi altında, sermayenin az sayıda ellerde derişmesi (concentration) demek olan birikim, eğer sermayeler kendi doğal akışlarına bırakılırlar, ve sermayenin bu doğal yönelimine yolu gerçekten sadece rekabet açarsa, genel olarak zorunlu bir sonuçtur.
Bize sermaye kârının, onun büyüklüğü ile orantılı olduğu söylendi. Her şeyden önce bile isteye yapılan rekabet bir yana bırakılırsa, demek ki, büyük bir sermaye, kendi büyüklüğüne göre, küçük bir sermayeden daha hızlı birikir.
[VII] Sonuç darak, hatta rekabet bir yana bırakılsa bile, büyük sermayenin birikimi, küçük sermayenin birikiminden çok daha hızlıdır. Ama bunun gidişini izleyelim.
Sermayeler artığı ölçüde, rekabet sonucu, bunların kârları azalır. Öyleyse sıkıntıya ilk düşecek olan, küçük kapitalisttir.
Sermayelerin artışı ve çok sayıda bir sermaye, ayrıca ülke zenginliğinin gelişmesini öngerektirirler.
"Zenginlik ölçüsünün doruğuna erişmiş bulunan bir ülkede, [...] olağan safi kâr oranı çok küçük olacağından, bunun sonucu, bu kârın ödemeye yetebileceği olağan faiz oranı, zenginlerden başkalarının kendi paralarının faiziyle yaşayamayacakları kadar düşük olacaktır. Serveti sınırlı ya da şöyle böyle olan bütün insanlar, kendi sermayelerinin kullanımını kendi elleri ile yönetme zorunda kalacaklardır. Herkesin azçok işlerin içinde, ya da herhangi bir tecim türü içine karışmış olması gerekecektir." (Smith, c. I, s. [196]-197.)
Bu durum, ekonomi politiğin en üstün tuttuğu durumdur.
"Sanayi ile aylaklığın içinde bulunacakları oranı, her yerde sermayelerin tutarı ile gelirlerin tutarı arasında varolan oran belirler; sermayelerin ağır bastığı her yerde, egemen olan sanayidir; ağır basanın gelirler olduğu her yerde, aylaklık üste çıkar." (Smith, c. II, s. 325.)
Peki bu artan rekabet içinde sermaye nasıl kullanılır?
"Sermayeler çoğaldığı ölçüde, fonds à prêter à intérêt,[57] niceliği gitgide daha büyük olur. Faizle ödünç verilecek fonlar niceliği arttığı ölçüde, faiz, [...] sadece niceliği artan her şeyin pazar fiyatının bu artış ölçüsünde düşmesi sonucunu veren o genel nedenler gereğince değil, ama bu duruma özgü başka nedenler gereğince de, zorunlu olarak düşecektir. Bir ülkede semayeler çoğaldığı ölçüde,[58] bu sermayeleri kullanarak elde edilebilecek kâr zorunlu olarak azalır; bu ülkede yeni bir sermayeye kârlı bir kullanma biçimi bulmak zamanla gitgide daha güç bir duruma gelir. Sonuç olarak, çeşitli sermayeler arasında, bir sermaye sahibinin, bir başkası tarafından tutulmuş bulunan işi onun elinden koparmak için her türlü çabayı gösterdiği bir rekabettir başlar. Ama çoğu kez, daha iyi davranma koşulları sunmadıkça, bu öbür sermayeyi işinden koparıp atmayı umamaz. Sadece sattığnı daha ucuza satma zorunda kalmaz, ama bir de, satma olanağı bulabilmek için bazan aldığını daha pahalıya alma zorunda da kalır. Üretken emeğin bakımına ayrılmış fonlar günden güne büyüdüğünden, bu emeğin talebi de günden güne daha büyük bir duruma gelir: işçiler kolayca iş bulurlar, [IX] ama sermaye sahipleri çalıştıracak işçi bulmakta güçlük çekerler. Kapitalistlerin rekabeti emek ücretlerini yükseltir ve kârları düşürür." (Smith, c. II, s. 358-359.)
Demek ki, küçük kapitalistin iki seçeneği var: l° artık faizle yaşayamayacağına göre, ya sermayesini yemek, öyleyse kapitalist olmaktan çıkmak. Ya da 2° kendi başına bir iş kurmak, metaını daha zengin kapitalistten daha ucuza satıp, alacağını ondan daha pahalıya almak, ve yüksek bir ücret ödemek; demek ki, yüksek bir rekabetin varsayılmasi sonucu pazar fiyatı zaten çok düşük olduğundan, servetini yitirmek. Buna karşılık, eğer büyük kapitalist küçüğü işinden etmek istiyorsa, onun karşısında, kapitalistin, kapitalist olarak, işçi karşısında sahip bulunduğu bütün üstünlüklere sahiptir. Küçük kârlar, onun bakımından sermayesinin büyüklüğü tarafından ödünlenmişlerdir ve hatta, küçük kapitalist yıkılana ve bu rekabetten kurtulduğunu görene kadar, geçici zararlara da katlanabilir. Böylece, küçük kapitalistin kazançlarını kendi yararına biriktirir.
Ayrıca: büyük kapitalist, daha büyük niceliklerle aldığı için, her zaman küçükten daha ucuza satın alır.
Öyleyse, zarara uğramadan, daha ucuza satabilir.
Ama, eğer para [faiz -ç.] oranındaki düşüş, ortalama kapitalistleri rantiye durumundan işadamı durumuna dönüştürürse, tersine, işe yatırılmış bulunan sermayelerin artması ve bunun sonucu kârın azalması da, para oranının düşmesi sonucunu verir.
"Bir sermayenin kullanılması ile sağlanabilecek kârın azalması sonucu, bir sermayenin kullanılması için ödenecek fiyat da zorunlu olarak düşer." (Smith, c. II, s. 359.)[59]
"Servetler, sanayi ve nüfus arttığı ölçüde, para faizi, öyleyse sermayelerin kârı azalır, ama serrmayelerin kendileri gene de artmaktan geri kalmazlar; hatta eskisinden de çok daha hızlı artmaya. devam ederler, [kârların azalmasma karşın]... Küçük kârlarla da olsa, büyük bir sermaye, büyük kârlar getiren küçük bir sermayeden genel olarak daha hızlı artar. Atasözü, para parayı çeker, der. " (c. I, s. 189.)
Demek ki, eğer bu büyük sermayenin karşısına, varsayımımızın güçlü rekabet durumunda olduğu gibi, şimdi küçük kârlar getiren küçük sermayeler çıkarsa, onları ezer geçer.
O zaman bu rekabette, metalardaki genel nitelik düşüklüğü, bozukluk, öykünme, büyük kentlerde görüldüğü gibi genel zehirlenme, zorunlu sonuçlardır.
[X] Ayrıca capital fixe ile capital circulant[60] arasındaki oran da, büyük ve küçük sermayelerin rekabetinde önemli bir konudur.
"Döner sermaye, yapım ya da tecim için, geçim araçlarını üretmekte kullanılan sermayedir. Bu biçimde kullanılan sermaye, sahibinin elinde kaldıkça ya da aynı biçim altında kalmaya devam ettikçe, sahibine gelir ya da kâr getiremez [...]. Bu sermaye, bir başka biçim altında dönmek üzere, onun elinden, durmadan bir biçim altında çıkar, ve işte bu ardı arkası kesilmeyen dolaşım ya da değişimler aracıyladır ki, ona bir kâr getirebilir. Sabit sermaye, toprakların iyileştirilmesinde ve yararlı makineler ile aletleri ya da öbür benzeri şeyler satın alınmasından kullanılan sermayeden bileşir." (Smith, [c. II], s. 197-198.)
"Sabit sermayenin bakım masrafındaki her tutum (tasarruf), [toplumun] safi gelirinde bir iyileştirmedir. Herhangi bir iş girişimcisinin sermaye bütünü, zorunlu olarak onun sabit sermayesi ile döner sermayesi arasında paylaştırılmıştır. Toplam sermayesi aynı kaldıkça, iki parçadan biri ne kadar küçük olursa, öbürü zorunlu olarak o kadar büyük olacaktır. Emek gereç ve ücretlerini sağlayan ve sanayii etkinliğe geçiren, döner sermayedir. Bundan ötürü, sabit sermayenin [bakım harcamasında], emekteki üretici gücü azaltmayan her tutum, fonu artıracaktır." (Smith, c. II, s. 226.)[61]
Capital fixe ile capitat circulant arasındaki oranın, büyük kapitalist için küçük kapitalistten çok daha elverişli olduğu daha ilk anda görülür. Çok büyük bir bankacının, çok küçük bir bankacıdan, ancak çok küçük nicelikte daha çok bir sabit sermaye gereksinmesi vardır. Sabit sermayeleri, büroları ile sınırlanır. Büyük bir toprak sahibinin aletleri, toprağının büyüklüğü ile orantılı olarak artmazlar. Aynı biçimde, büyük bir kapitalistin, elinde bulundurma üstünlügüne küçük bir kapitalistten çok sahip olduğu kredi de, sabit sermayeden, yani hep elinde bulundurması gereken paradan bir o kadar büyük bir tutumdur. Son olarak, sınai emeğin yüksek bir gelişme derecesine erişmiş, demek ki hemen tüm el emeğinin fabrika emeği durumuna dönüşmüş bulunduğu yerlerde, küçük kapitalistin tüm sermayesinin, onun sadece zorunlu capital fixe'e sahip olması için bile yetmeyeceğini kendiliğinden anlaşılır. On sait que les travaux de la grande culture n'occupent habituellement qu'un petit nombre de bras. [62]
Genel olarak, büyük sermayelerin birikiminde, küçük kapitalistlere oranla capital fixe'te görece bir merkezleşme ve bir yalınlaşma da olur. Büyük kapitalist, kendisi için [XI] emek araçlarının bir örgütlenme tipini uygular.
"Aynı biçimde, sanayi alanında, her yapımevi ve her fabrika, daha şimdiden oldukça büyük maddi bir servetin, ortak bir üretim amacında, entelektüel yetenekler ve çok sayıda ve çeşitli teknik beceriler ile oldukça geniş bir birleşmesidir... Yasaların geniş toprak mülklerinin varlıklarını sürdürmelerine olanak verdikleri yerlerde, artan bir nüfusun artık bölümü sanayilere üşüşür ve bunun sonucu, Büyük Britanya'da olduğu gibi, proleterlerin en büyük bir bölümü her şeyden önce sanayi alanında birikir. Ama yasaların toprağın sürekli paylaşmasına izin verdiği yerlerde, sürekli parçalanmanın gelişmesi sonucu, yoksullar ve hoşnutsuzlar sınıfı içine atılmış bulunan borçlu küçük toprak sahipleri sayısının, Fransa'da olduğu gibi, arttığı görülür. Eğer sonunda bu parçalanma ve borçların bu artışı daha yüksek bir dereceye varırsa, büyük sanayiin küçük sanayii yıkması gibi büyük toprak mülkiyeti de küçük toprak mülkiyetini yeniden yutar; ve büyük toprak mülklerinin yeniden kurulmaları üzerine, toprağın işlenmesi için çok gerekli olmayan malsız mülksüz işçiler yığını yeniden sanayie doğru itilir." (Schulz, Üretim Hareketi, s. [58]-59.)
"Aynı türden metaların özlüğü, üretim biçimindeki değişiklikler ve özellikle makinelerin kullanılması sonucu, değişir. 3 şilin 8 peni değerindeki yarım kilo pamuktan, 167 İngiliz mili, yani 36 Alman mili bir uzunlukta ve 25 Ginelik bir tecimsel değerde 350 çile, ancak insan gücü yerine makine geçirerek olanaklı bir duruma gelmiştir." (Ibid., s. 62.)
"İngiltere'de pamuklu fiyatları 45 yıldan beri ortalama olarak 11/12 düştü ve, Marshall'ın hesaplarına göre, 1814'te 16 şilin ödenen yapılmış ürünlerin eşit niceliği, şimdi 1 şilin 10 peniye veriliyor. Sanayi ürünlerindeki büyük ucuzlama, hem iç tüketimi, hem de dış pazarı büyütmüştür; ve Büyük Britanya'da makinelerin kullanılmaya başlanmasından sonra işçi sayısının sadece düşmemekle kalmaması, ama 40.000'den 1,5 milyona yükselmesi de buna bağlıdır. [XII] şimdi sanayi girişimci ve işçilerinin kazancına gelince, fabrika sahipleri arasındaki artan rekabet sonucu, bunların kârı, teslim ettikleri ürünlerin miktarına göre zorunlu olarak azalmıştır. 1820-1833 arasında, Manchester'deki bir fabrikacının gayrisafi kârı, bir pamuklu parçası için 4 şilin ll/3 peniden, 1 şilin 9 peniye düşmüştür. Ama, bu yitiği karşılamak için, imalat hacmi de bir o kadar artırılmıştır. Bunun sonucu ... şudur ki, çeşitli sanayi kollarında, zaman zaman bir aşırı üretim görünür; kapitalistler ve iş sahipleri sınıfı içinde, mülkiyetin pek güvenli olmayan bir kararsızlık ve dalgalanması sonucunu veren birçok iflaslar olur, bu da iktisadi bakımdan yıkıma uğramış bulunanların bir bölümünü proletarya içine atar; sık sık ve hoyratça, işin, zararını hep ücretliler sınıfının acı acı çektiği bir durdurulma ya, da bir azaltılması zorunlu duruma gelir." (Ibid., s. 63.)
"Emeğini kiralamak demek, köleleşmeye başlamak demektir; emek gerecini kiralamak demek, kendi özgürlüğünü kurmak demektir... Emek, insandır;[63] gerecin ise, tersine, insanla hiç bir ilgisi yoktur." (Pecqueur, Théorie sociale vb., s. 411-412.)[64]
"Emek öğesi olmadıkça, zenginlik yaratma bakımından hiç bir şey yapamayan gereç öğesi, onlar için, sanki onlar bu zorunlu öğeyi oraya kendi çalışmaları ile koymuşlar gibi, verimli olma büyülü etkililiğini kazanır." (Ibid., l.c..)
"Bir işçinin günlük emeğinin ona yılda ortalama 400 frank getirdiği ve bu tutarın her yetişkin insanın kabaca bir yaşam yaşamasına yettiği varsayılırsa, 2.000 franklık çiftlik kirası, kira vb. geliri olan her varlıklı, demek ki dolaylı olarak beş insanı kendisi için çalışmaya zorlar; 100.000 franklık gelir ikiyüzelli insanın emeğini, 1.000.000 franklık gelir 2.500 bireyin emeğini (öyleyse 300 milyon (Louis-Philippe), 750.000 işçinin emeğini)[65] orunlar." (Ibid., s. 412-413).
"Varlıklılar, insanların yasasından, kullanma ve kötüye kullanma, yani tüm emek konusunda ne isterlerse onu yapma hakkını almışlardır ... yasa tarafından, varlıksızlara zamanında ve her zaman ne iş sağlamaya, ne de onlara her zaman yeterli bir ücret ödemeye zorlamışlardır, vb..." (l.c., s. 413.) "Üretimin özlüğü, niceliği, niteliği, yerindeliği bakımından, zenginliklerin kullanımı, tüketimi bakımından, her tür emek gerecinin kullanımı bakımından tam bir özgürlük. Herkes sahip olduğu şeyi, kendi öz birey çıkarından başka bir şey düşünmeksizin, istediği gibi değişimde özgürdür." (l.c., s. 413.)
"Rekabet, kendisi de her tür üretim aletlerinin bireysel kullanma ve kötüye kullanma hakkının yakın ve mantıksal sonucu olan istemli değişimden başka bir şeyi dışavurmaz. Aslında bir birlik oluşturan şu üç iktisadi uğrak: kullanma ve kötüye kullanma hakkı, değişim özgürlüğü ve isteğe bağlı rekabet, şu sonuçlara yolaçarlar: Herkes istediği şeyi, istediği gibi, istediği zaman, istediği yerde üretir, iyi ya da kötü, çok ya da az, er ya da geç, pahalı ya da ucuz fiyatla üretir; satıp satmayacağını, kime satacağını,[66] nasıl satacağını, ne zaman satacağını, nerede satacağını kimse bilmez; ve alımlar konusunda bu böyledir. [XIII] Üretici gereksinmeleri ve kaynakları, talepleri ve arzları bilmez. istediği zaman, satabildiği zaman, istediği yerde, istediği kişiye, istediği fiyata satar. Ve ayni biçimde satın alır. Bütün bu durumlarda, o hep raslantının oyuncağı, en güçlünün, en sıkıntısızın, en zenginin koyduğu yasanın kölesidir. ... Bir yerde bir zenginliğin kıtlığı varken, bir başka yerde aşırı bolluğu ve saçılıp savrulması vardır. Bir üretici büyük nicelikte, ya da yüksek fiyatla ve büyük bir kârla satarken, öbürü ya hiç bir şey satmaz ya da zararına satar. ... Arz talebi bilmez, talep de arzı. Siz tüketiciler topluluğu içinde kendini gösteren bir zevk, bir moda inanına göre üretirsiniz; ama daha siz malı teslime hazır olduğunuz zaman, heves geçmiş ve başka tür bir ürün üzerinde karar kılmıştır... kesin sonuçlar, iflasların süreklilik ve genelleşmesi; kırılmış umutlar, apansız yıkımlar ve beklenmedik servetler; tecimsel bunalımlar, işsizler, devirli tıkanıklık ve kıtlıklar; ücretler ile kârların kararsızlık ve değerden düşmesi; amansız bir rekabet alanında zenginlik, zaman ve çabaların yitirilmesi ve saçılıp savrulması." (l.c. s. 414-416.)
Ricardo, kitabında[67] (Toprak ranta): Uluslar, üretim atelyelerinden başka bir şey değildirler. İnsan bir üretim ve tüketim makinesidir; insan yaşamı bir sermayedir; iktisadi yasalar dünyayı körü körüne yönetirler. Ricardo için, insanlar hiç bir şey, üretim her şeydir. Fransızca çevirinin 26. bölümünde,[68] şöyle der:[69]
"20.000 sterlinlik bir sermaye üzerinden, yılda 2.000 sterlin kâr eden biri için, sermayesinin yüz insanı mı, yoksa bir insanı mı çalıştırdığı hiç bir önem taşımayacaktır. ... Bir ulusun gerçek çıkarı da aynı değil mi? Safi ve gerçek geliri, toprak kiraları ve kârları aynı olduktan sonra, nüfusunun on ya da oniki milyon olmasının ne önemi var?" (c. II, s. 194-195.) "Aslında, der M. de Sismondi[70] (c. II, 331), adada tek başına oturan kralın, bir kolu durmadan çevirerek, İngiltere'nin bütün işini otomatlara yaptırtmasından başka isteyecek bir şey yoktur."
"İşçinin emeğini, en zorunlu gereksinmelere ancak yetecek kadar düşük bir fiyata satın alan patron, ne ücretlerin yetersizliğinden sorumludur, ne de işin çok uzun süresinden: o kendi koyduğu yasaya kendi de boyun eğer. ... Sefalet insanlardan çok, nesnelerin erkinden gelir.' ([Buret,] l.c., s. 82).[71]
"Büyük Britanya'da, halkının topraklarını işlemek, ve iyileştirmek için yeterli sermayelere sahip bulunmadıkları birçok yerler vardır. İskoçya'nın güney illerinin yünü, büyük bölümü bakımından, yetiştiği yerlerde işlenmek için sermaye yokluğu nedeniyle, York Kontluğunda işlenmek üzere, çok kötü yollar üzerinde uzun bir kara yolculuğu yapar. İngiltere'de, halkı, kendi öz sanayilerinin ürününün talep edileceği ve tüketiciler bulacağı o uzak pazarlara taşımak için yeterli sermayelerden yoksun birçok küçük fabrika kentleri vardır. Her ne kadar bu kentlerde bazı satıcılar görülürse de, bundan [XIV] aslında bazı büyük tecimsel kentlerde oturan daha zengin satıcıların görevlilerinden (agents) başka bir şey değildirler. (Smith, c. II, s. 381-382.) Toprak ve emeğin yıllık ürün değerini artırmak için, ya üretici işçileri sayı[72] bakımından artırmak, ya da daha önce işe alınmış bulunan işçilerin üretici yeteneğini [72] erk bakımından artırmaktan başka bir yol yoktur... Her iki durumda da, hemen her zaman bir sermaye artışı gerekir." (Smith, c. II, S. 338.)[73]
"Demek ki, işlerin doğasında, bir sermaye birikimi[74] işbölümunün zorunlu bir önkoşuludur, iş, ancak sermayelerin daha önce gitgide birikmiş bulundukları oranda daha ayrıntılı bir biçimde bölünebilir. İşbölümü ileri götürüldüğü ölçüde, eşit bir sayıda insanın işleyebileceği maddelerin niceliği büyuk bir oran içinde artar; ve her işçinin görevi giderek büyük bir yalınlık derecesine indirgenmiş bulunduğundan, bu görevleri kolaylaştırıp kısaltmak için bir yığın yeni makine türetilir. Demek ki, işbölümü genişledikçe, eşit bir sayıdaki işçinin sürekli olarak çalıştırılabilmesi için, önceden eşit bir yiyecek yedekliği ile, daha az ilerlemiş bir durumda gerekli olacaktan daha çok bir gereç ve alet yedekliğinin biriktirilmesi gerekir. Oysa, her işkolundaki işçi sayısı, işkolundaki işbölümünün artması ile birlikte, genel olarak artar, ya da daha doğrusu onları bu biçimde sınıflanıp bölünecek duruma getiren şey, sayılarının artışıdır." (Smith, c. II, s. 193-194.)
"Emeğin, üretici erkin bu büyük genişlemesini, sermayelerin daha önceki bir birikimi olmaksızın kazanamaması gibi, sermayelerin birikimi de doğal olarak bu genişlemeye yolaçar. Kapitalist, gerçekte kendi sermayesi aracıyla erden geldiğince büyük nicelikte yapıt üretmek ister. Öyleyse hem işçileri arasında en uygun iş dağılımını kurmaya, hem de onlara düşünebildiği ya da elde edebilecek durumda bulunduğu en iyi makineleri sağlamaya çalışır. Bu iki amaca da erişebilme olanakları [XV] genel olarak sermayesinin genişliği ya da bu sermayenin çalıştırabileceği kişilerin sayısı ile orantılıdır. Böylece, bir ülkedeki sanayiin niceliği, sadece onu devinime getiren sermaye[74] çoğaldığı ölçüde artmakla kalmaz, ama bir de, bu çoğalmanın bir sonucu olarak, aynı sanayi niceliği çok daha büyük bir nicelikte yapıt üretir." (Smith, l.c., s. 194-195.)
Öyleyse aşırı üretim.
"Sanayi ve tecimde, daha büyük ölçekte işletmeler ereğiyle, daha çok sayıda ve daha çeşitli insanal güçlerle dogal güçlerin biraraya getirilmesi aracıyla ... daha geniş üretici güçler bağdaşımları. Şurada burada da ... daha şimdiden bellibaşlı üretim kollarının kendi aralarındaki daha sıkı ilişkiler. Böylece büyük fabrikacılar, hiç değilse kendi sanayilerine gerekli hammaddelerin bir bölümünü ilkin üçüncü elden edinme zorunda kalmamak için, aynı zamanda büyük toprak mülkleri edinmeye de çalışacaklar; ya da, sadece kendi öz ürünlerini satmak için değil, ama başka türlü ürünler satın almak ve bunları kendi işçilerine satmak için de, kendi sanayi işletmeleri ile tecim arasında bir bağ kuracaklardır. Bazı fabrika patronlarının bazan 10.000-12.000 işçinin başında bulunduklari İngiltere'de ... çeşitli üretim kollarının bir tek yönetici kafanın yönetimi altındaki bu türlü birleşmeleri, devlet içinde bu türlü devlet ve eyaletler ender değil. Böylece son zamanlarda Birmingham maden ocakları sahipleri, eskiden çeşitli girişimci ve çeşitli ocak sahipleri arasında paylaşılan tüm demir üretim sürecini kendi ellerine almışlardır. Bkz: Birmingham maden bölgesi, Deutsche Viertelj[ahresschrift] 3, 1838.[75] Son olarak sayıları o kadar artmış bulunan büyük hisse senetli işletmelerde, mali güçlerin, bilimsel ve teknik bilgi ve deney sahibi birçok hisse sahibinin, işin yürütülmesi kendilerine bırakılmış başka kişilerin geniş bağdaşımlarını da görüyoruz. Böylece, kapitalistler için artırımlarını (tasarruflarını) daha çesitli ve ayrıca tarımsal, sinai ve tecimsel üretimde eşzamanlı biçimde kullanabilme olanağı doğar, bu da aynı zamanda çıkar çevrelerini genişletir, [XVI] tarım, sanayi ve tecim çıkarları arasındaki karşıtlıklar bütününü yumuşatıp birleştirir. Ama sermayeyi bu en çeşitli biçimde üretici kılma artan olanağının bile, varlıklı sınıflar ile varlıksız sınıflar arasındaki karşıtlığı artırması gerekir." (Schulz, l.c., s. 40-41.)
Konut sahiplerinin sefaletten elde ettikleri engin kâr. Ev kirası, sinai sefalet ile ters orantılıdır.
Yıkıma uğramış proleterlerin kusurlarından sağlanan kazançlar da böyle. (Fuhuş, sarhoşluk, pratêur sur gages.[76])
Sermaye ile toprak mülkiyetinin tek bir elde bulunmaları sonucu, ve bir de sermayenin, genişliği aracıyla, çeşitli üretim kollarını bağdaştırma olanağına sahip bulunması nedeniyle, sermayelerin birikimi artar ve rekabetleri azalır.
İnsanlar karşısında, kayıtsızlık. Smith'in yirmi piyango bileti.[77]
Say'ın revenu net et brut'ü.[78]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.