23 Aralık 2013 Pazartesi

EMEK VE SERMAYE KARŞITLIĞI. TOPRAK MÜLKİYETİ VE SERMAYE

[XXXX] sermayesinin faizlerini oluşturur.[2] İşçinin kişiliğinde demek ki sermayenin kendini iyiden iyiye yitirmiş insan olduğu olgusu nesnel olarak gerçekleşir, sermayede emeğin kendini iyiden iyiye yitirmiş insan olduğu olgusunun nesnel olarak gerçekleşmesi gibi. Ama işçi, canlı, gereksinmeleri olan, ve çalışmadığı her an, faizlerini, ve bunun sonucu olarak da varoluşunu yitiren bir sermaye olma mutsuzluğuna uğramıştır. Sermaye olarak, işçinin değeri arz ve talebe göre yükselir ve hatta varoluşu, yaşamı, fizik bakımdan, ve herhangi bir meta arzına benzer bir meta arzı olarak bilinir. İşçi sermayeyi üretir, sermaye işçiyi; öyleyse o kendi kendini üretir, ve insan, işçi olarak, meta olarak, tüm hareketin ürünüdür. Artık bir işçiden başka bir şey olmayan insan için —ve işçi olarak—, kendi insan nitelikleri, kendisine yabancı olan sermaye için varoldukları ölçüde vardırlar. Ama sermaye ile insan birbirlerine yabancı oldukları, öyleyse kayıtsız, dışsal ve olumsal bir ilişki içinde bulunduklari için, bu yabancı nitelik de gerçek olarak görünecektir. Demek ki, sermaye artık işçi için olmadığını düşünür düşünmez —zorunlu ya da keyfi düşünce—, işçi artık kendisi için yok demektir, işi, öyleyse ücreti yoktur, ve o insan olarak değil, ama işçi olarak varolduğundan, kendini toprağa gömdürebilir, açlıktan ölebilir, vb.. İşçi ancak sermaye olarak kendisi için varolur olmaz, işçi olarak vardır ve bir sermaye onun için varolur olmaz sermaye olarak vardır. Sermayenin varoluşu onun varoluşudur, yaşamıdır, ve sermaye onun yaşamının içeriğini ona kayıtsız olan bir biçimde belirler. Demek ki, ekonomi politik, işsiz işçiyi, emek adamını, o bu emek ilişkileri küresi dışında bulunduğu ölçüde tanımaz. Namussuz, dolandırıcı, dilenci, açlıktan ölen, sefalet çeken, suç işleyen işsiz emekçi, onun için değil, ama sadece başka gözler için, hekimin, yargıcın, mezar kazıcı ve dilenciler kahyasının vb. gözleri için varolan figürlerdir; onun yurtluğu dışındaki hayaletlerdir bunlar. İşçinin gereksinmeleri, demek ki, onun için [ekonomi politik için -ç.] işçiyi çalışma süresince yaşatma, ve sadece işçiler soyunun sönmesini engelleyecek biçimde yaşatma gereksinmesinden başka bir sey değildirler. Öyleyse ücret, başka herhangi bir üretken aletin bakımı, çalışma durumunda tutulması ile, sermayenin kendini faizlerle birlikte yeniden üretmek için gereksinme duyduğu sermaye tüketimi ile, dönmelerini sağlamak için çarkların yağlanması ile tastamam aynı anlamı taşır. Öyleyse ücret, sermaye ve kapitalistin zorunlu harcamaları arasına girer ve bu "zorunluluğun sınırlarını aşmamalıdır. Öyleyse, 1834 Amendment Bill'inden[3] önce, işçinin yoksullar vergisi aracılığıyla aldığı kamusal yardımları onun ücretinden kesen ve bu yardımları ücretin tamamlayıcı bir parçası sayan İngiliz fabrika patronlarının davranışı, çok tutarlı bir davranıştı. 

Üretim, insanı sadece meta, insanal meta, meta olarak belirlenmiş insan olarak yaratmakla kalmaz, onu, bu tanım uyarınca, fizik bakımından olduğu kadar entelektüel bakımdan da insanlıktan uzaklaştırılmış bir varlık olarak da üretir — işçilerin ve kapitalistlerin töretanımazlık, yozlaşma ve sersemleşmesi. Ürünü, kendinin bilinci ve kendine özgü etkinlik ile bezenmiş metadır ... insanal meta. ... Ricardo'nun, Mill'in, vb., Smith ve Say'a göre gerçekleştirdikleri büyük ilerleme şudur ki, onlar insanın varoluşunun —metaın azçok büyük insanal üretkenliği— önemsiz hatta zararlı olduğunu söylerler. Üretimin gerçek ereği, bir sermayenin gereksirimelerini sağladığı işçilerin sayısı değil, ama getirdiği faizlerin miktarı, yıllık ekonomilerin tutarıdır onlara göre. Bir yandan emeği iktisadın tek ilkesi durumuna getirirken, [XLI] bir yandan da ücret ile sermaye çıkarlarının birbirleri ile ters orantılı olduklarını, ve genel kural olarak, kapitalistin ancak ücreti, işçinin de ancak sermaye çıkarlarını kısarak kazanabileceklerini tam bir açıklıkla açıklamış bulunması, da, modern İngiliz iktisadinin iyiden iyiye mantıksal büyük bir ilerlemesi oldu. Ona göre olağan ilişki, tüketicinin sömürülmesi değil, ama kapitalist ve işçi için birbirlerini karşılıklı olarak sömürmeye çalışmaları olgusudur. 

Özel mülkiyet ilişkisi, emek olarak özel mülkiyet ilişkisini olduğu gibi, sermaye olarak özel mülkiyet ilişkisi ile bunların karşılıklı ilişkisini de gizli bir biçimde içerir. Bir yandan, insanal etkinliğin emek olarak, yani kendi kendine, insana ve doğaya, öyleyse bilince ve yaşamın belirtisine iyiden iyiye yabancı etkinlik olarak üretimi, öyleyse sadece her gün kendi dolu hiçliğinden mutlak hiçliğe, toplumsal ve dolayısıyla gerçek varolmayışı (non-existence) içine düşebilecek emekçi olarak tasarlanmış insanın soyut varoluşudur bu. Öte yandan da, insanal etkinlik nesnesinin, nesnenin her doğal ve toplumsal belirleniminin silinmiş, özel mülkiyetin kendi doğal ve toplumsal niteliğini yitirmiş (demek ki bütün siyasal ve dünyalık yanılsamaları yitirmiş ve artık görünüşe göre hiç bir insanal duruma karışmamış) bulunduğu, gene aynı sermayenin en çeşitli doğal ve toplumsal varoluş içinde aynı kaldığı, kendi gerçek içeriğine iyice kayıtsız bulunan sermaye olarak üretimi. Sonuna kadar götürülünce, bu karşıtlık, zorunlu olarak tüm özel mülkiyet ilişkisinin son dışavurumunu, doruğunu ve sonunu oluşturur. 

Sonuç olarak, toprak rantını, ekime ayrılmış en kötü toprak çıkarları ile ekilen en iyi toprak çıkarları arasındaki ayrım olarak tanımlamış bulunmak; toprak sahibinin romantik yanılsamalarını —onun sözümona toplumsal önemini ve onun çıkarının, toplum çıkarı ile, Adam Smith'in fizyokratlardan sonra bile doğruladığı özdeşliğini— göstermiş bulunmak; gerçekliğin, toprak sahibini iyiden iyiye olağan ve sıradan bir kapitalist durumuna dönüştürecek, emek ile sermaye arasındaki karşıtlığı yalınlaştıracak, onu doruğuna çıkaracak ve böylece ortadan kalkışını çabuklaştıracak hareketini öncelemiş ve hazırlamış bulunmak, gene de modern İngiliz iktisadının bir başarısıdır. Toprak olarak toprak, toprak rantı olarak toprak rantı, modern İngiliz iktisadında kendi kast ayrımlarını yitirmişler, ve hiç bir şey söylemeyen, ya da daha doğrusu paradan başka bir sey söylemeyen sermaye ve faiz durumuna gelmişlerdir. 

Sermaye ile toprak, kâr ile toprak rantı arasındaki ayrım, tıpkı onlarla ücret arasındaki, sanayi, tarım, taşınmaz ve taşınır mülkiyet arasındaki ayrım gibi, henüz şeyin özü üzerine kurulmamış tarihsel bir ayrım, sermaye ile emek arasındaki karşıtlığın doğuş ve biçimlenişi sonucu billurlaşmış bulunan bir uğraktır. Sanayide vb., taşınmaz mülkiyete karşıt olarak, sadece doğuş biçimi ve sanayiin tarıma göre içinde gelişmiş bulunduğu karşıtlık kendilerini dile getirirler. Özel bir emek türü olarak, önemli ve yaşamı kapsayan özsel bir ayrım olarak, bu ayrım, varlığını ancak sanayi (kentsel yaşam) kırsal mülkiyet (soylu feodal yaşam) karşısında kendisini gösterdiği ve tekel, esnaf kahyaları loncası, esnaf loncası, lonca, vb. biçimi içinde karşıtının feodal özlüğünü henüz kendisinde taşıdığı sürece sürdürebilir; bu belirlenimler içinde, emek, henüz görünüşe göre toplumsal bir anlam taşır, henüz gerçek topluluk anlamına gelir ve henüz kendi içeriğine kayıtsız olmamış, kendisi-için-Varlık'a,[4] yani tüm öbür varlıktan soyutlanmaya büsbütün geçmemiş, ve öyleyse henüz kurtulmuş[5] sermaye durumuna da gelmemiştir. 

[XLII] Ama emeğin zorunlu gelişmesi, kendisi-için sanayi olarak kurulmuş bulunan kurtulmuş sanayi, ve kurtulmuş sermayedir. Sanayiin kendi karşıtı üzerindeki erki, tarımın gerçek sanayi olarak doğuşunda kendini hemen gösterir, oysa eskiden toprak mülkiyeti işin özünü toprağa ve bu toprağın, kendini bu toprak yardımıyla geçindiren kölesine bırakıyordu. Kölenin özgür işçi, yani ücretli durumuna dönüşmesi ile birlikte, toprak sahibinin kendisi de bir sanayi patronu, bir kapitalist durumuna dönüşmüş bulunur — her seyden önce çiftlik kiracısı orta terimi aracıyla gerçekleşen dönüşüm. Ama çiftlik kiracısı, toprak sahibinin oruncusu, onun açımlanmış gizidir; toprak sahibi iktisadi olarak ancak onun aracıyla vardır, ancak onun aracıyla özel mülk sahibi olarak vardır — çünkü toprağının rantı ancak çiftlik kiracılarının rekabeti ile vardır. Öyleyse, çiftlik kiracısı biçimi altında, toprak sahibi çoktan olağan kapitalist durumuna dönüşmüş bulunmaktadır. Ve bu durumu gerçeklik içinde de tamamlanmalı, tarımı yapan kapitalist —yani çiftlik kiracısı— toprak sahibi olmalı, ya da toprak sahibi tarım yapan kapitalist durumuna gelmelidir. Çiftlik kiracısının sınai alışverişi, toprak sahibinin sınai alışverişidir; çünkü birincinin Varlığı, ikincinin Varlığını öngerektirir. 

Ama onlar kendi karşıt kökenlerini, kendi doğuşlarını anımsarlar — toprak sahibi, kapitalisti, zenginleşmiş bulunan dünkü kendini beğenmiş ve kurtulmuş kölesi sayan, ve kendini de kapitalist olarak onun tarafından tehdit edilen biri olarak görür — kapitalist ise toprak sahibini dünkü aylak, kıyıcı ve bencil bey olarak görür. Toprak sahibi tüm güncel toplumsal anlamını, mallarını ve kıvançlarını sanayie borçlu bulunmasına karşın, kapitalist, onun kapitalist olarak kendisine zarar verdiğini bilir, onda, özgür sanayi ile özgür sermayenin, tüm doğal belirlenimden bağımsız karşıtını görür. Bu karşıtlık, acılık doludur ve her iki yan da birbirlerine karşılıklı olarak kendi doğruluklarını (vérités) söylerler. Karşılıklı saygınlık yoksunluklarının telkin edici bir tablosunu görmek için, taşınmaz mülkiyetin taşınır mülkiyete, taşınır mülkiyetin de taşınmaz mülkiyete saldırılarını okumaktan başka bir şey yapmak gerekmez. Toprak sahibi mülkünün doğuş yüceliğini, feodal anıları, eski anılara dayanan düşünceleri, anı şiirini, coşkulu doğasını, siyasal önemini vb. vurgular, ve iktisat dilinde, bu şöyle anlatılır: Sadece tarım üretkendir. Aynı zamanda, o, düşmanını onursuz, ilkesiz, şiirsiz, cevhersiz, hiç bir şeysiz bir para düşkünü; her şeyi alıp satan, her şeyi yeren, aldatan, açgözlü ve çıkarcı bir düzenci; ne kafası, ne de yüreği olan, topluluğa yabancılaşmış ve onu alıp satan, başkaldırıcı bir insan, bükülgen, salta durmak ve tefe almakta usta bir tefeci, bir aracı, bir köle, rekabetin ve dolayısıyla yoksullaşma ve suçun kökeninde bulunan bir insan, tüm toplumsal bağların çözülmesine yolaçan, bunu besleyen ve öven bir insan olarak betimler. (Örneğin, Camille Desmoulins'in kendi Les Révolutions de France et de Brabant[6] gazetesinde kınadığı fizyokrat Bergasse'a bakınız, von Vincke, Lancizolle, Haller, Léo, Kosegarten[*] ve özellikle Sismandi'ye bakınız). 

Taşınır mülkiyet de, kendi köşesinde, sanayi ve hareketin tansıklarını gösterir. O modern çağın çocuğu ve onun töreli (meşru) kızıdır; düşmanına, kendi öz doğası üzerine aydınlanmamış (ve bu dipten doruğa doğrudur), sağtörel sermaye ve özgür emek yerine kaba zoru ve toprak köleliğini geçirmek isteyen bir kafasız olarak acır. Onu, doğruluk, dürüstlük, genel çıkar, süreklilik görünüşü altında, kendi harekete geçme olanaksızlığını, kendi açgözlü zevk düşkünlüğünü, beniçinciliği (égocentrisme), özel çıkarı, kötü niyeti gizleyen bir Don Kişot olarak betimler. Düzenci bir tekelci olduğunu söyler onun; düşmanının anılarını, şiirini, coşkunluğunu, romantik şatolarda pişirilip kotarılan tarihsel ve alaylı (sarcastique) bir aşağılık, yırtıcılık, alçaklık, fuhuş, rezillik, anarşi, başkaldırma sayımı altında gölgelendirir. 

[XLIII] Taşınır mülkiyet [sözümona -ç.] halklara siyasal özgürlüğü vermiş, uygar toplumun bağlarını çözmüş, kalabalıkları kendi aralarında birleştirmiş, insanın dostu tecimi, arı sağtöreyi, tat dolu kültürü yaratmıştır; kendi kaba gereksinmeleri yerine, halka, uygar gereksinmeler ve bunları karşılama araçları vermiştir; oysa toprak sahibi —bu aylak ve bıktırıcı buğday istifçisi— halkın ilkel geçim araçları fiyatlarını artırıp, kapitalisti, üretim erkliğini yükseltmeden ücreti yükseltme zorunda bırakır; böylece ulusun yıllık gelirini, sermayelerin birikimini, dolayısıyla halka iş ve ülkeye zenginlik sağlama olanağını, sonunda bunları büsbütün ortadan kaldırmak üzere engeller; genel bir çöküşe yolaçar ve modern uygarlığın tüm yararlarını, modern uygarlık için en küçük bir şey yapmaksızın ve hatta kendi feodal önyargılarının hiç birini bırakmaksızın, bir tefeci gibi sömürür. Son olarak, —tarım ve toprağın kendisinin, gözünde sadece armağan olarak almış bulunduğu bir para kaynağı biçiminde varoldukları onun,— kendi çiftlik kiracısına bakmaktan başka yapması gereken bir şey yoktur ve özgür sanayi ile sevimli tecimden öylesine tiksinmesine ve tarihsel anılar ile sağtörel ya da siyasal ereklere öylesine önem vermesine karşın, yüreğinde ve gerçeklikte, uzun zamandan beri özgür sanayi ile sevimli tecime bağlı dürüst ve yaratma gücü ile dolu kurnaz bir namussuz olup olmadığını da söylemelidir. Gerçekten kendi yararına tanık gösterebileceği her şey, ancak düşmanı aslında toprak sahibi olan tarımcı (kapitalist ile gündelikçiler) için doğru olabilir; demek ki o kendine karşı kanıtlar getirebilecektir. Sermaye olmadıkça, toprak mülkiyeti cansız, değersiz bir madde olacaktır. Sermayenin utkusu, uygarlığa yaraşır bu utku, zenginlik kaynağı olarak, ölü şey yerine, insan emeğini bulmuş ve yaratmış olmanın ta kendisidir. (Bkz: Paul-Louis Courier, Saint-Simon, Ganilh, Ricardo, Mill, Mac Culloch, Destutt de Tracy ve Michel Chevalier.) 

Kapitalistin, yani gelişmiş özel mülkiyetin gelişmemiş melez mülkiyet üzerindeki, toprak sahibi üzerindeki zorunlu utkusu, gelişmenin (buraya sokulacak) gerçek akışından kaynaklanır; genel olarak hareketin hareketsizliği, açık ve bilinçli alçaklığın gizli ve biliniçsiz alçaklığı, zevk düşkünlüğünün, aydınlanmış, açıkça dizginsiz ve ustalıklı bencilliğin, yerel, sakıntılı, bön, tembel ve düşçü, boş inanca dayalı bencilliği yenmesi gerektiği gibi. Tıpkı paranın, tüm öbür özel mülkiyet biçimini yenmesi gerektiği gibi. 

Eksiksiz özgür sanayiin, eksiksiz arı sağtörenin ve eksiksiz insancıl (philanthropique) tecimin tehlikesi konusunda bir kuşku duyan devletler, toprak mülkiyetinin kapitalistleşmesini durdurmaya çalışırlar — ama boşuna. 

Toprak mülkiyeti, sermayeden farklı olarak, henüz yerel ve siyasal önyargılarla lekelenmiş özel mülkiyet, kendi kendisine erişmek için dünya ile bağlılığından daha kendini büsbütün kurtaramamış henüz eksikli sermayedir. Evrensel gelişmesi içinde soyut, yani arı dışavurumuna erişecektir. 

Özel mülkiyet ilişkisi, emek, sermaye ve bunların birbirleri ile bağlantısıdır. 

Bu öğelerin baştanbaşa dolaşmaları gereken hareket şudur: 

Birinci olarak: Biri ile öbürünün dolayımsız ya da dolayımlı birliği. 

İlkin henüz birleşmiş, sonra kuşkusuz ayrılmış ve yabancılaşmış, ama olumlu koşullar olarak birbirlerini karşılıklı bir biçimde yükselten ve uyaran sermaye ve emek. 

[İkinci olarak]: Biri ile öbürünün karşıtlığı. 

Birbirlerini karşılıklı olarak dıştalarlar; işçi kapitalisti, kapitalist de işçiyi kendi yokluğu (non- existence) olarak bilir; herbiri öbüründen kendi varlığını söküp almaya çalışır.

[Üçüncü olarak]: Herbirinin kendine karşıtlığı. Sermaye = birikmiş emek = emek. Emek olarak, kendine ve kendi yararlarına ayrışır, tıpkı bu yararların da sırası gelince faizlere ve kâra ayrışmaları gibi. Kapitalistin eksiksiz esirgemezliği. İşçinin —ama ancak ayrıksın bir biçimde— kapitalist olması gibi, o da işçi sınıfı içine düşer. Sermaye öğesi olarak, sermaye harcamaları olarak emek. Öyleyse, ücret sermayenin bir esirgemezliğidir. 

Emek kendine ve ücrete ayrışır. İşçinin kendisi bir sermaye, bir metadır. 

Karşılıklı düşmanca karşıtlık.[10]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.